"Bombasırtı Olayı’nı anlatmadan geçemeyeceğim. Siperler arasındaki mesafe 8 metre, yani ölüm muhakkak. Birinci siperdekilerin hiç birisi kurtulmamacasına şehit düşüyor. İkinci siperdekiler onların yerine giriyor. Fakat ne kadar imrenilecek bir soğukkanlılık ve tevekkülle biliyor musunuz? Öleni görüyor, üç dakikaya kadar öleceğini biliyor ve en ufak bir çekinme bile göstermiyor. Sarsılma yok! Okuma bilenler Kuran-ı Kerim okuyor ve Cennete gitmeye hazırlanıyor. Bilmeyenler ise, Kelime-i Şahadet getirerek yürüyorlar. Sıcak cehennem gibi kaynıyor. Düşmana karşı her siperde bir nefer süngü ile çarpışıyor. Ölüyor, öldürüyor. İşte bu Türk askerindeki ruh kuvvetini gösteren, dünyanın hiç bir askerinde bulunmayan, tebrike değer bir örnektir. Emin olmalısınız ki Çanakkale muharebelerini kazandıran bu yüksek ruhtur."
Mustafa Kemal ATATÜRK
ANAFARTALAR KAHRAMANI MUSTAFA KEMAL
Anafartalar Zaferi'nden sonra, Mustafa Kemal ismi herkes için kahraman anlamı taşıyordu. Çanakkale'de görev yapan Türk askeri için onun adı moral kaynağı ve cesaret demekti, Müttefik askerleri bile kim olduğunu bilmedikleri bu komutana övgüler diziyorlardı. Ian Hamilton bile günlüğüne, Türk askerinin çok iyi komuta edildiğini yazıyordu.
Anafartalar Kahramanı Mustafa Kemal ilk kez burada gösterdiği kahramanlıkla bir şiirde yerini alıyordu. Mehmet Emin Yurdakul Eylül 1915'de; yani muharebeler henüz bitmemiş iken; "Tan Sesleri" isimli bir şiir kitabı yayınlar. Bu kitapta "Ordunun Destanı" adlı ve 15 Eylül 1915 tarihini taşıyan uzun manzumede, ilk dörtlük:
"Ey bugüne şahit olan Sarphisarlar
Ey kahraman Mehmet Çavuş Siperleri
Ey Mustafa Kemal'lerin aziz yeri
Ey toprağı kanlı dağlar, yanık yerler"
Muharebeler sırasında yerli ve yabancı basının Mustafa Kemal'e ilgisi yoğundur. O dönemin yazarları, gazetecileri, çizerleri, ressam ve şairlerinin büyük bölümü; başarılarından dolayı M. Kemal ile tanışmak için cepheye gelmişler ve intibalarını halka aktarmışlardır. İşte bu aktarmaların sonunda M. Kemal, halkın ağzında efsanevi kahraman olur. Yakup Kadri, o günlerde duyduklarını "Atatürk" isimli eserinde şöyle anlatır:
"Bu genç kumandan, yanında bir avuç süngülü askerle, yerden, gökten, denizden gelen sürekli bir gülle, kurşun ve şarapnel sağanağının ortasında durmadan ileriye doğru atılıyor kollarıyla, kızgın boyunlarından yakalayıp denize yuvarlayacakmış gibi sıra sıra topları üstüne saldırıyor. Bu insan, ateşte yanmıyordu. Vücuduna kurşun işlemiyordu ve zırhlıların attığı gülleler başının üstünden munisleşmiş, yırtıcı kuşlar gibi geçip gidiyordu"
Zaferden sonra ise Mustafa Kemal ismi, efsanevi bir kimlik kazanır, artık İstanbul'u Kurtaran Kahraman unvanı ile anılır. Gazeteciler, yazarlar kendisiyle mülakat yaparlar. Halkın en büyük arzusu ise kendisini görmektir. 1916'nın ocak ayında 16'ncı kolordu komutanı olarak Edirne'ye girişinde halk sokaklara dökülür.
Atatürk'ün Çanakkale'de ve sonrasında Kurmay Başkanlığı'nı yapmış olan Orgeneral İzzettin Çalışlar, günlüğünde bu karşılanışı şöyle anlatır:
"28 Ocak 1916
...Yollar hıncahınç ahaliyle dolmuş, bütün mektepler karşılama için yerlerini almıştı. Şehir saray gibi donanmış, peş peşe zafer takları yapılmıştı. "Yaşasın Arıburnu ve Anafartalar kahramanı Mustafa Kemal Bey" yazılı levhalar asılmıştı... Edirne eşrafı, vilayet erkânı, konsoloslar hep oradaydılar... Bütün şehir, heyecan ve coşkulu sevinçle karşıladı. Çiçekler, buketler takdim ettiler. Alkışlar, her türlü nümayişler, tezahürat, her türlü tasavvurun üstündeydi..."
Görüldüğü gibi Atatürk'ün şöhreti, halkın kendisine layık gördüğü unvanlar, kendisine duyulan hayranlık o günlerde ortaya çıkmıştır. Sonradan yakıştırma değildir. Tarihte herhalde bir şehir halkı, hiçbir albayı bu şekilde karşılamamıştır. Sebep, Çanakkale'de yaptıklarıdır. Yaptıkları ile kazanılan zaferdir. Türk milletine, iki yüz yıldır hasret kaldığı zafer coşkusunu tekrar tattırmasıdır. Bir büyük zafer armağan etmesidir.
"SAĞ KOLUMU KAYBETTİM AMA SOL KOLUM VAR"
Seddülbahir ve Conkbayır'ın büyük kahramanlarından biri de Bombacı Mehmet Çavuş 'tu. Bu kahraman Anadolu çocuğu, İngilizlerin siperlerimize fırlattığı el bombalarını korkusuzca hemen yakalar, karşı tarafa fırlatır ve zararını kendilerine dokundururdu. İngilizler bunu anlamış olacaklar ki bombaları bir kaç sayı saydıktan sonra fırlatarak Mehmet Çavuş 'un iadesini önlemeye çalışmışlardı. İşte böyle bir bomba Mehmet Çavuş 'un elinde patlayarak sağ elinin bileğinden kopmasına sebep olmuştu. Bu yiğit delikanlı vazife şuuruyla hastahaneden tabur kumandanına yazdığı mektupta şöyle diyordu:
"Sağ kolumu kaybettim, zarar yok, sol kolum var. Onunla da pekala iş görebilirim. Beni müteessir eden ve yüne kıtama iltihak edip düşmanla çarpışmama mani olan şey yaramın henüz kapanmamış olmasıdır.
Hastahaneden kurtularak halen harbe iştirak edemediğim için beni mazur görünüz ,affedeniz muhterem kumandanım.."
“ BENİM GÖZLERİM GÖRECEĞİNİ GÖRDÜ”
O gün Boğaz tabyaları arasında en çok iş gören ve en çok hasara uğrayan Rumeli Mecidiyesi Bataryası oldu. Sabahtan beri muharebenin en şiddetli anlarında dahi iki sahil arasında gidip gelmekten çekinmemiş olan Müstahkem Mevki Komutanı Cevat Paşa, tabyanın feci durumunu haber aldığı zaman yine motora atlayıp Çimenlik İskelesi’nden karşı sahile hareket etti. Cephaneliği berhava olan tabyanın durumu hazindi. İstihkam yıkıntıları arasında dolaşmakta olduğu sırada bir ağacın altına uzanmış olan bir askerin hali dikkatini çekti ve yanına gidip
- “ Ne var evlat ?” diye sordu.
Nefer hemen yerinden fırlayıp esas duruş vaziyeti aldı. Çünkü sesi tanımıştı. Ama gözleri başka tarafa bakıyordu.
- “ Gözlerine bir şey mi oldu oğlum?”
O zaman nefer tok sesiyle “ Üzülmeyin efendim” diye cevap verdi. “ benim gözlerim göreceğini gördü” ( Evet düşman gemilerine tam isabet kaydedilmiş ve “Ocean” destroyeri hareket edemez hale getirilmişti.)
Cevat Paşa sessiz sessiz ağlıyordu.
“ ŞUNU KESİVER KOMUTANIM “
Çanakkale Savaşı’nda 21. Piyade Alayı 1. Bölük komutanlığı yapmış ve yaralanarak gazi olmuş emekli Albay Saib Avcı anlatıyor:
Çanakkale Savaşı’nın bütün hızı ile devam ettiği günlerin birindeyiz. O gün akşama kadar devam eden savaş bu nispetsiz üstünlüğe karşı yine zaferimiz ile neticelenmek üzereydi. Gözetleme yerinden muharebenin son safhasını heyecan içinde takip ediyorduk. Mehmetçiklerin “Allah, Allah” nidaları yeri göğü inletiyordu. Bir ara yanımda ayak sesi duyar oldum. Geriye dönünce Ali Çavuş ile karşılaştık. Sapsarı olmuş yüzünde müthiş bir ızdırap okunuyordu. Daha neyin var demeye kalmadan o her şeyi anlatmaya yetecek olan kolunu bana gösterdi. Dehşetle ürperdim. Sol kolu bileğinin dört parmak kadar üstünden aldığı bir isabetle hemen hemen tamamen kopacak hale gelmişti. Eli yere düşmekten ancak zayıf bir deri parçası alıkoymaktaydı. Ali Çavuş ızdırabını yenmeye çalışıyordu.
Sağ elindeki çakıyı bana uzatarak “Şunu kesiver komutanım” dedi. Bu üç kelimelik cümle, öyle müthiş bir istek, öyle bir mecburiyet ifade ediyordu ki, gayri ihtiyari çakıyı alarak derinin ucundaki
sallanan eli koldan ayırdım. Bu tüyler ürpertici manzara karşısında işimi yaparken bir şey söylemiş olmak için “Üzülme Ali Çavuş Allah vücuduna sağlık versin “ diye mırıldandım.
Hiçbir kalemin ifade edemeyeceği bir büyüklükle bu kahraman er, koparılan koluna baktı, bir de savaşın kızgın bir halde devam etmekte olduğu sahada dövüşen arkadaşlarına baktı ve derin bir ah çekti. Birdenbire doğruldu ve sert bir hareketle kolunu fırlatıp attıktan sonra; “Zararı yok… Milet sağ olsun! Bana bir kol da yeter.” dedi ve süratle savaş alanına doğru uzaklaştı.
Ali Çavuş, yalnız elini değil çok geçmeden hayatını da topyekûn bütün mukaddesleri uğrunda feda etti. Bir millet için tek başına bir şeref abidesi olan o ve onun gibilerin ruhları şad olsun.
www.canakkale.gen.tr
Çanakkale’nin Ruh Portresi (İbrahim Refik)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder